ATATÜRK ÜZERİNE...

Teoman Samet Temuçin, 11.11.2013

Aslında “Olmasaydı da Olurduk” tartışmasıdır beni bu denemeyi yazmaya iten… Her 10 Kasım sabahı saat dokuzu beş geçe, tüylerimin diken diken olması ve Ata’ma duyduğum manevi borç da tetikleyici etmenler oldu parmaklarıma…

İnsanların düşünce özgürlüğü başta olmak üzere her tür özgürlüğüne yürekten inanan ve onu her koşulda savunan bir insanımdır. Ancak, aynı şekilde benim düşünce ve vicdan özgürlüğüm gazeteye verilen “ilandan” çok daha farklı sonuçlar ortaya koymaktadır.

Şöyle ki:

“Olmasaydı da olurduk”…? Olabilir miydik, bu konuda gerçekten emin değilim. Söz konusu dönemler tüm dünyada katliam ve soykırımların zirve yapmaya başladığı savaş yıllarıdır. Pek hala Yahudilerin başına gelenlerin, özgür ve tam bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti kurulamasaydı atalarımızın da başına gelmeyeceğini kim garanti edebilirdi. Bunlar nasıl olsa “Hasta Adamın” hastalıklı torunları, bu mikroplar dünyaya ve topluma zararlı diye katledilmemizde pek hala mümkündü. En azından Hitler, Yahudileri diri diri katledilişini kendi kaleme aldığı Kavgam adlı eserinde bu şekilde savunmaktadır. Özetle, atalarımız, dedelerimiz, ananelerimiz boyunlarında tasmayla gazlı odalara mahkum edilselerdi, yine de bizler var olamazdık demeye çalışıyorum.

Emin olduğum konuya gelecek olursak: velev ki atalarımızın soyu kırılmadı ve başka bir devletin manda ve himayesi altında olsa da benliğimize nefes alma hakkı verildi. Yani, bir şekilde var olabildik. Peki, ne şartlarda var olacaktık? Dört bir yanını düşmanın sardığı, en iyi ihtimalin özgürlüklerden vazgeçip bir devletin himayesine girmenin olduğu bir senaryoda, var olmak ne kadar mutlu edebilirdi Şu Çılgın Türkleri? Bu soruya en güzel cevabı, 1960’lara kadar direk sömürülen, hala günümüzde de dolaylı yollardan sömürülmeye devam edilen Afrika ve Orta Doğu devletlerinin vatandaşlarının verebileceğini düşünüyorum.

1923 yılında tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, Afrika’da bulunan hemen hemen tüm toplumlar o ya da bu şekilde Avrupa menşeli bir devletin himayesi altındaydı. Bu durum ta ki 1950’li dekolonizasyon periyoduna kadar devam etti. İşte Türkiye’yi de 1.Dünya Savaşı sonrası bekleyen acı gerçek tam olarak buydu. O “olmasaydı da olurduk” dediğimiz adam var olmasaydı, elini taşın altına koymasaydı ya da kendisine dünyanın servetleri teklif edildiğinde o canı pahasına bunları reddetmiyor olsaydı…

Peki ya 1950 sonrası?

Açıkçası, 1950 sonrası da pek parlak gözükmüyor… Şöyle ki, Batının direk sömürüsünden dekolonizasyon süreci ile kurtulup, bugün yaşayan devletlere şöyle bir göz gezdirin. Maalesef, hala bellerini doğrultamadılar, hala yakalarını tamamıyla çekip kurtaramadılar.

Ama tabii bu durumda 3.Dünya Ülkeleri olarak nitelendirilseler de, onlar da var, o ya da bu şekilde var olmuşlar, ama bu şekilde var olmaktansa demekten de maalesef kendimi alamıyorum… Onları küçümsediğimden değil, asla, sadece çektikleri bunca acı, hastalık, zülüm, savaş ve sömürüyü bedenimin kaldırıp-kaldıramayacağından emin olamadığım için sorguluyorum.

Tüm bunlara rağmen yazımın başına dönecek olursak, bugün milyonların yürekten sevdiği, baba gibi gördüğü Ata’sına kalkıp da “Olmasaydı da Olurduk” diyebiliyorsanız, bence bu özgür ortamı bile Ulu Önder’in kendisine borçluyuz…

1881 - 193∞