ŞEKER, PETROL VE KAN

Teoman Samet Temuçin, 05.08.2013

Amerikalı insan bilimci (antropolojist) Sidney Mintz Şeker ve Güç isimli kitabında, şekerin Avrupalılarca nasıl temin edildiğine, bir güç göstergesi olan şekerin 17. yüzyıla gelindiğinde nasıl da herkesin sofrasına girebildiğine ışık tutmaktadır. Pek kaçınılmaz ki, arzı sınırlı olan bu emtia milyonlarca Latin Amerikalı ve Afrikalı kölenin kendi topraklarında kan ve ter dökerek çalıştırılması sayesinde her ekonomi sınıfının sofrasına girebilmiştir. MS. 1000 civarında İslam toplumlarında (özellikle Araplarda) bir güç göstergesi olarak anılan şeker, Haçlı Seferleri vasıtasıyla bir kez Avrupalıların ağızlarına sürülünce, bir daha bağımlılık yapan bu tatlı maddeden vazgeçilememiştir. Şekerin varlığı ve efsanevi tadı 15. yüzyıla gelindiğinde Avrupa kıtası tarafından bilinmekle birlikte, kıt arzı nedeniyle sadece Avrupalı aristokrasinin mutfağını ve masasını süsleyebiliyordu.

Şekerin büyüsüne kapılan Batılı elit için birkaç seçenek var(dı): Küçük çaplı doğu Avrupa şeker üreticileriyle anlaşmak, Osmanlı’yı yenmek ya da yeni şeker kaynakları yaratmak. Avrupalıların dünyanın dört bir yanına gitmesine neden olan toprak arayışı, okullarda “Keşifler Çağı” olarak anılıyordu. Aslında yaşanan, şekerkamışı yetiştirecek arazi bulmak amacıyla çıkılan ve hiç de küçük sayılmayacak boyutta olan bir toprak arayışıydı (National Geographic, Ağustos 2013).

Söz konusu dönem itibariyle Osmanlı’yı yenip şekerin de içinde bulunduğu Doğu’nun zenginliklerine ulaşmaya çalışmak biraz fazla çılgınlık ve iddialı olurdu açıkçası. Üretimi için günümüzde şeker kamışlarıyla ün salmış bereketli Amerika toprakları tam da keşfedilmeyi bekleyen bir cennetti o sıralarda. Bu uğurda Amerikalı kabilelerin sadece toprakları değil vücutları da son hücrelerine kadar emilmiştir. Yerlilerin yetmediği yerde Afrika kıtası gerekli köle gücünü sağlamış, arzın arttığı ve ucuz insan ve toprak gücüne ulaşılabildiği 18. yüzyılda ise şeker Avrupa’da her mutfağa girebilir bir hal kazanmıştır. Tabii burada konuşulması gereken Fransız aşçı ve mutfağının şekerle yapabildiği lezzetli tatlılardan ziyade, bu uğurda sömürülen köleler ve Amerika kıtasıdır. Öyle tahmin ediyorum ki, 16. ve 19. yüzyıllar arasında şekerin en çok üretildiği Batı kolonilerini tespit edebilsek, aynı kolonilerde de en çok köle plantasyonlarının bulunduğunu görmemiz çok şaşırtıcı olmayacaktır. Söz konusu kölelik dönemini birkaç alıntıyla resmedecek olursak,

Yarım kilo şeker için 50 gram insan eti yemiş kabul edilmemiz gerekiyor (Elizabeth Abbott, Sugar: A Bittersweet History).

Voltaire’in 1759 yılında yayınlanan eserinde ise, elini ve bacağını kaybetmiş bir köle acısını şu şekilde ifade ediyordu: Şeker değirmenlerinde çalışırken parmağımızı değirmen taşına kaptırdığımızda elimizi kesiyorlar, kaçmaya çalıştığımızda bacağımızı kesiyorlar. Bunların ikisi de benim başıma geldi. Avrupa’da yediğiniz şekerin bedeli işte bu (Voltaire, Candide, Ocak 1759).

Petrolün hikayesine gözümüzü gezdirecek olursak, orada durum şekerinkinden biraz daha farklıdır. Söz konusu kaynak yine Doğu’da olmasına rağmen bu sefer karşılarında güçlü, kudretli 15.yüzyıl Osmanlı’sı yerine Batı’nın hasta adamı bulunmaktadır. Birinci Dünya Savaşı’yla dağılma sürecine giren İmparatorluk, Araplarında bağımsızlık uğruna davetkar çağrıları üzerine Orta Doğu’nun tüm kapıları Batılılara açılmıştır. Özetle Batılı, petrolü çıkaracak yeni yerler keşfetmek yerine bu sefer Doğu’da var olan kaynakları kurutma ve kullanma yoluna gitmiştir. Yeni durumda şekerin yerini petrol, Afrikalı kölelerin ve Amerikalı yerlilerin yerini Araplar, Latin Amerika topraklarının yerini ise petrol zengini Orta Doğu toprakları almıştır. Önceki paragraflarda değindiğimiz Candide (Voltaire) veya Şeker ve Güç (Sidney Mintz) tarzındaki kitapların yerini ise bu seferde Orta Doğu halkının dramını ve sömürülüşünün öyküsünü tasvir eden Petrol: Para ve Güç Çatışmasının Epik Öyküsü (Daniel Yergin) tarzında kitaplar almıştır.

Sıradaki Güç Göstergesi ve Kaynağı Nedir?

Günümüzde bu sorunun onlarca mantıksal çıkarımı ve cevabı olabilir. Dün şekerdi, bugün petrol, yarın ne olacağı çok da önemli değil diyesim geliyor. Öyle ya, birileri her halükarda sömürülüyor olacaktır. Bu güç göstergesinin bedelini kimi savaşlarla, çatışmalarla; kimisi de kanı ve özgürlükleriyle ödüyor olacaktır. Nihayetinde, 400 yıl kadar önce birilerinin boyunlarında ve bileklerinde zincirler vardı; şimdi ise bunların yerini sosyo-ekonomik zorunlulukların getirdiği gözle görülmez zincirler almış bulunuyor. Hepimiz sözde özgürüz ama zamanı geldiğinde evde ekmek bekleyen çocuklarımız bizi o plantasyonlarda ister istemez çalışmaya itecektir. Şeker gitti, petrol geldi; belki yarın onun yerine de başka bir emtia gelecektir. Ancak, mevcut düzende kölelik hep var olacak, sadece şekil değiştirecektir.